Britanya Parlamentosu'nda linçÜç gün boyunca Londra merkezli sivil toplum örgütü Türkiye Araştırmaları Merkezi'nin (CTS) davetlisi olarak Britanya'daydım. CTS, Türkiye ile Britanya toplumu arasındaki sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesine aracılık etmeye çalışan, alandaki ender ama oldukça başarılı bir kurum olma yolunda ilerliyor. Birinci kuruluş yıl dönümü etkinliğine Başbakan Yardımcısı Nick Clegg ve siyasî partilerden temsilcilerin yanı sıra Britanya'da yaşayan vatandaşlarımızdan katılımın hem yoğun hem de çeşitli kesimlerden gerçekleşmiş olması bunun göstergesiydi.
Ertesi gün, konuşmacı olacağımız panele katılmak için Amberin Zaman'la beraber Britanya Parlamentosu'ndaydık. Amberin Zaman, Suriye politikası üzerinden Türkiye demokrasinin eksik gördüğü yanlarını anlattı. Ben de o eksiklerin tarihsel kaynaklarıyla da alakalı olan Türkiye'deki modernleşme tecrübesini ve Atatürk kültünü ele aldım.
Ancak ne hikmetse, dinleyici kitlesi içerisinde, birbirlerini tanıdıkları belli olan yedi-sekiz kişi önce sunumlar sırasında yüksek sesle müdahalede bulundular, ardından soru-cevap kısmında ortalığı birbirine kattılar. Kimisi İngilizce bağırarak konuşurken, yanındakiler de daha kısık sesle Türkçe hakaretler ediyorlardı. Londra'daki Atatürkçü Düşünce Kulübü Başkanı'nın da aralarında olduğu bu grup, salondaki diğer katılımcıların da tepkisiyle en sonunda güvenlik eşliğinde dışarı çıkarıldı. Mevzubahis kişilerin söylemlerinden yola çıkarak gördüğüm tabloyu analiz etmek isterim:
1. "Sizin akademik birikiminiz nedir? Bu tahlilleri yapacak kadar eğitimli misiniz?"
Moderatörün bile isyan edip cevaplamamı istemediği bu üstenci soruyu, ben yine de cevapladım elbette. Ancak burada sorun benim ne kadar eğitimli olup olmadığımdan çok, soruyu soran "Aydın Türk kadın"ın başlıca amaçlarından birisinin, başörtüsü yasağı nedeniyle almak için mücadele etmek zorunda kaldığım akademik birikimden yoksun kalmam olmasıdır.
İkinci önemli noktaysa, istifade ettiğim kaynaklar bahsinde Erich Jan Zürcher'den Mete Tunçay'a kadar pek çok tarihçinin ismini sıraladığımda hanımefendinin sessizliğe boğulması oldu. Zira eğer tarihî gerçekleri bilmemek bir itham konusuysa, anlaşılan aynı cürmü kendisi muhtemelen sadece Nutuk okuyarak işlemişti.
2. "Pasaportunuz, Türkiye pasaportu mu? Eğer öyleyse kendi ülkenizden bunca şikâyet etmekten utanmıyor musunuz?"
Atatürkçü özneleşme süreçlerinde birey, Atatürk ve kısmen onun üzerinden devletle özdeşleştiğinden, Atatürkçü özneler devlete veya Atatürk'e yapılan en küçük eleştiriyi "kişisel" algılar. Onları eleştirmenizin, yedi cedlerine sövmenizden pek farkı yokmuş gibi feveran etmeleri biraz da bu yüzdendir. Ancak daha ilginci, Ak Parti hükümetine yapılan her eleştiriyi ayakta alkışlayacak kadar büyük coşkuyla karşılamaları olmuştur. Ak Parti, isterse bir on yıl daha memleketi yönetsin, kendi kafalarındaki devlet tahayyülüyle örtüşmeyecek sanırım.
3. "Allah cezanı versin"
Dinleyicilerden birisi ayağa kalkıp, yüzüme bakarak böyle dedi. Sen sunum boyunca, halkı İslâmî köklerinden ayırmak için hayata geçirilen jakoben uygulamaları anlat ve sana itiraz edenin sözü yine İslâmî kodlardan müteşekkil olsun. Bu tepkinin kendisi bile başlı başına mezkûr projenin çöküşüne delalettir.
Sunumda Atatürk kültüne ilişkin anlattığım ne varsa, bunu söz ve davranışlarıyla diğer dinleyicilere fazlasıyla kanıtlayan Atatürkçü katılımcılara teşekkür ederim. Ben, söz konusu kültün toplumsal olana ilişkin zararlarını istesem bile onlar kadar iyi anlatamazdım.
1915 bağı
Dinleyiciler arasında, yaşlı bir beyefendi söz alarak Ermeni asıllı olduğunu ama asla milliyetçi olmadığını, salondaki Türk milliyetçileriyle Ermeni milliyetçiler arasında pek çok benzerlik bulunduğunu söyledi.
"Karşımda hakikate bağlılıklarını cesaretle gösteren iki hanımefendi görüyorum" derken gözleri doldu, zorlukla sözlerine devam edebildi. Mustafa Kemâl'in İngiliz ve Fransız emperyalistlerle işbirliği yaparak cumhuriyeti kurduğu tezine ilişkin sorusuna cevap verirken 1915'e değinmeden bitirmek istemedim ve üç yıldır Taksim'de yapılan anmalardan bahsederek Türk-Ermeni ilişkilerine dair umudu yitirmemek gerektiğini söyledim. Panel bittikten sonra yanıma gelen ve tarih profesörü olduğunu öğrendiğim bu bey, yine gözleri yaşlı kulağıma eğildi ve şöyle söyledi: "Bizi memleketimizden kovanlar da işte bu zihniyete sahipti."
1915, Ermenilerle Müslümanların arasındaki bağı tamamen koparabilir, yüzyıllar boyunca bir arada yaşadığımızı unutturabilirdi. Ama İttihat ve Terakki zihniyetinin uyguladığı diğer toplumsal mühendislik projelerinde de olduğu gibi halkların belleği, devletlerin unutturma politikasına galip geliyor. 1915, dünyanın her yerinde aramızdaki bağı hatırlatan ve bu örnekte olduğu gibi pekiştiren bir acı olmayı sürdürüyor; hatırladıkça hafifleyen bir acı...
Ertesi gün, konuşmacı olacağımız panele katılmak için Amberin Zaman'la beraber Britanya Parlamentosu'ndaydık. Amberin Zaman, Suriye politikası üzerinden Türkiye demokrasinin eksik gördüğü yanlarını anlattı. Ben de o eksiklerin tarihsel kaynaklarıyla da alakalı olan Türkiye'deki modernleşme tecrübesini ve Atatürk kültünü ele aldım.
Ancak ne hikmetse, dinleyici kitlesi içerisinde, birbirlerini tanıdıkları belli olan yedi-sekiz kişi önce sunumlar sırasında yüksek sesle müdahalede bulundular, ardından soru-cevap kısmında ortalığı birbirine kattılar. Kimisi İngilizce bağırarak konuşurken, yanındakiler de daha kısık sesle Türkçe hakaretler ediyorlardı. Londra'daki Atatürkçü Düşünce Kulübü Başkanı'nın da aralarında olduğu bu grup, salondaki diğer katılımcıların da tepkisiyle en sonunda güvenlik eşliğinde dışarı çıkarıldı. Mevzubahis kişilerin söylemlerinden yola çıkarak gördüğüm tabloyu analiz etmek isterim:
1. "Sizin akademik birikiminiz nedir? Bu tahlilleri yapacak kadar eğitimli misiniz?"
Moderatörün bile isyan edip cevaplamamı istemediği bu üstenci soruyu, ben yine de cevapladım elbette. Ancak burada sorun benim ne kadar eğitimli olup olmadığımdan çok, soruyu soran "Aydın Türk kadın"ın başlıca amaçlarından birisinin, başörtüsü yasağı nedeniyle almak için mücadele etmek zorunda kaldığım akademik birikimden yoksun kalmam olmasıdır.
İkinci önemli noktaysa, istifade ettiğim kaynaklar bahsinde Erich Jan Zürcher'den Mete Tunçay'a kadar pek çok tarihçinin ismini sıraladığımda hanımefendinin sessizliğe boğulması oldu. Zira eğer tarihî gerçekleri bilmemek bir itham konusuysa, anlaşılan aynı cürmü kendisi muhtemelen sadece Nutuk okuyarak işlemişti.
2. "Pasaportunuz, Türkiye pasaportu mu? Eğer öyleyse kendi ülkenizden bunca şikâyet etmekten utanmıyor musunuz?"
Atatürkçü özneleşme süreçlerinde birey, Atatürk ve kısmen onun üzerinden devletle özdeşleştiğinden, Atatürkçü özneler devlete veya Atatürk'e yapılan en küçük eleştiriyi "kişisel" algılar. Onları eleştirmenizin, yedi cedlerine sövmenizden pek farkı yokmuş gibi feveran etmeleri biraz da bu yüzdendir. Ancak daha ilginci, Ak Parti hükümetine yapılan her eleştiriyi ayakta alkışlayacak kadar büyük coşkuyla karşılamaları olmuştur. Ak Parti, isterse bir on yıl daha memleketi yönetsin, kendi kafalarındaki devlet tahayyülüyle örtüşmeyecek sanırım.
3. "Allah cezanı versin"
Dinleyicilerden birisi ayağa kalkıp, yüzüme bakarak böyle dedi. Sen sunum boyunca, halkı İslâmî köklerinden ayırmak için hayata geçirilen jakoben uygulamaları anlat ve sana itiraz edenin sözü yine İslâmî kodlardan müteşekkil olsun. Bu tepkinin kendisi bile başlı başına mezkûr projenin çöküşüne delalettir.
Sunumda Atatürk kültüne ilişkin anlattığım ne varsa, bunu söz ve davranışlarıyla diğer dinleyicilere fazlasıyla kanıtlayan Atatürkçü katılımcılara teşekkür ederim. Ben, söz konusu kültün toplumsal olana ilişkin zararlarını istesem bile onlar kadar iyi anlatamazdım.
1915 bağı
Dinleyiciler arasında, yaşlı bir beyefendi söz alarak Ermeni asıllı olduğunu ama asla milliyetçi olmadığını, salondaki Türk milliyetçileriyle Ermeni milliyetçiler arasında pek çok benzerlik bulunduğunu söyledi.
"Karşımda hakikate bağlılıklarını cesaretle gösteren iki hanımefendi görüyorum" derken gözleri doldu, zorlukla sözlerine devam edebildi. Mustafa Kemâl'in İngiliz ve Fransız emperyalistlerle işbirliği yaparak cumhuriyeti kurduğu tezine ilişkin sorusuna cevap verirken 1915'e değinmeden bitirmek istemedim ve üç yıldır Taksim'de yapılan anmalardan bahsederek Türk-Ermeni ilişkilerine dair umudu yitirmemek gerektiğini söyledim. Panel bittikten sonra yanıma gelen ve tarih profesörü olduğunu öğrendiğim bu bey, yine gözleri yaşlı kulağıma eğildi ve şöyle söyledi: "Bizi memleketimizden kovanlar da işte bu zihniyete sahipti."
1915, Ermenilerle Müslümanların arasındaki bağı tamamen koparabilir, yüzyıllar boyunca bir arada yaşadığımızı unutturabilirdi. Ama İttihat ve Terakki zihniyetinin uyguladığı diğer toplumsal mühendislik projelerinde de olduğu gibi halkların belleği, devletlerin unutturma politikasına galip geliyor. 1915, dünyanın her yerinde aramızdaki bağı hatırlatan ve bu örnekte olduğu gibi pekiştiren bir acı olmayı sürdürüyor; hatırladıkça hafifleyen bir acı...
No comments:
Post a Comment